Tanınmış bir turizm acentasıyla yaptığımız 7 günlük Karadeniz- Batum (Gürcistan) gezisine Kadıköy- Hasan Paşa semtinden katıldık. Gece yarısı saat 24:00 civarı kalkan otobüsteki gecemiz sabaha kadar uyuyarak geçti. Sabah saat 08:00 civarı Samsun'a girdiğimizde tur rehberinin neşeli sesiyle, uyuyanlar uyandırıldı.
Samsun'da ilk önce Atatürk Parkı ve park içinde şehrin sembolü haline gelmiş olan "Onur Anıtı" adlı at üstündeki Atatürk heykeli ziyaret edildi.
Daha sonra da sahildeki "Bandırma Vapuru Müzesi" ziyaret edildi. Vapur Atatürk'ün 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıktığı vapurun bire bir kopyası olarak yapılmış.
Müzede; Atatürk ve dava arkadaşlarıyla, gemi personelini temsil eden balmumu heykeller, Atatürk'ün silah ve yazışmaları, tarihi fotoğraflar ile orijinal geminin bazı eşyaları sergilenmekte.
Aslında yazılı programda sırada Samsun Arkeoloji müzesi ziyareti vardı ama müze dönüşe bırakıldı ve yola devam edildi. Çarşamba, Terme, Ünye ve Fatsa'nın yanından geçerek Orduya vardık. Ordu'ya girdiğimizde otobüsümüz, teleferikle de çıkılan ve de Ordu ve Karadeniz panoramalı manzaraya sahip Boztepeye çıktı. Buradaki kafeteryalarda çay eşliğinde manzara seyredildikten sonra otobüsümüzle tekrar Ordu'ya indik ve konaklayacağımız otele gittik.
Ordu'da otelden kalkan tur otobüsümüz rotası boyunca Giresun, Keşap, Tirebolu, Vakfıkebir, Akçaabat, Trabzon, Sürmene yanından geçtikten sonra Of civarında Çaykara yoluna girerek, güneye doğru inmeye başladı. Bu hatta önce Cumapazarı ve Çaykara'nın yanından geçtikten sonra Uzungöl yoluna girdik.
Uzungöle geldiğimizde öğle civarıydı. Uzungöl doğa harikası bir yer. Hemen ifade edeyim ki bu seyahatı yaptığımızda 2014 yılıydı. Maalesef o tarihte bile bu canım yerde kötü bir imarlaşmaya şahit oldum. Şu yeni imar affından sonra orası ne hale gelmiştir, bunu tahmin bile edemiyorum!!!
Ülkemiz de imarlaşma olayı neden herhangi bir Avrupa Ülkesindeki gibi olamıyor?
Neden imar kuralları savsaklanıyor?
Birileri para kazanacak diye kamu yararı niçin bu kadar göz ardı ediliyor? Bütün bunlar ülke adına çok üzücü.
Her şeye rağmen Uzungöl yine de çok güzel. O gün akşam üstüne kadar orada kaldık ama önce, ekstra olan yayla gezimizi yaptık. Ekstraya katılan kişiler otel yanından kalkan bir minübüs ile tahminen 30 dakikalık mesafede olan bir yaylaya gittik.
Yayla burnumuzun ucunu bile göremeyecek kadar sisli olduğundan bu gezi benim için biraz hayal kırıklığı oldu. Aslında Uzungöl'de bile sis vardı. Bunun yukarılar için bir ölçü olduğunu bilemedik. Bundan sonra gideceklere tavsiyem eğer Uzungöl'de sis varsa ekstra olan bu yayla gezisine katılmayın. Çünkü boşuna bir gezi olmakla kalıyor. Uzungöl'de kalıp orada bir şeyler yapmak daha akılcı. Dolayısıyla yaylada hiç bir şeyi göremeden tekrar aşağı Uzungöl'e indik.
Minübüs şoförü ve rehberimiz, isteyenleri aşağı kadar indirmeden Uzungöl'ün biraz yukarısında bıraktı ki biz de tepede indik. İyi ki inmişiz. Buradan beldenin görüntüsü çok güzel. Yürüye yürüye Uzungöl'e inerken bizim gibi herkes fotoğraf çekti. Fakat yazdığım gibi Uzungöl üstünde sis olduğundan, çektiğimiz fotoğraflarda göl ve civarı maalesef pek net çıkmadı. Tabi bu da coğrafyanın özelliği. Karadenizin bu kısımları yılın çok büyük bir kısmı sisin hakim olduğu bir yer. Ayrıca sisin de kendine özgü bir güzelliği olduğu söylenebilir.
Uzungöl'e yayladan indiğimizde, kalan zaman içerisinde göl kıyısında yürüyüş yaptık. Fotoğraflarda göl ile beraber çok güzel fotoğraf veren uzun minareli beyaz camiyi yakından görmek için heyecanlanıyordum.
Caminin yanına gelince epeyce hayal kırıklığına uğradım. Zira cami binası yakından hiç te fotoğraflardaki gibi gözükmüyordu. Ayrıca hemen arkasına koskocaman ve de oldukça kötü görünüşlü bir bina daha yapılmaktaydı ki kendi kendime "Herhalde altın yumurtlayan kazı kesmek" budur diye düşünmeden edemedim.
Aslında herkesin bilmesi gereken şey; Uzungöl sadece Uzungöl'de yaşayanlara ait olmadığı gibi hiç bir belde de sadece o belde de yaşayanlara ait değildir ve kaderi de yalnız onların belirleyebileceği bir şey değildir.
Uzungöl'den akşam üstü tekrar yola çıktık. Geldiğimiz yoldan bu sefer ters tarafa, yani kuzeye doğru yol aldık. Bu yolun sonunda çevre yoluna çıkarak, Rize'ye doğru gidecektik. Çevre yoluna çıkmadan önce, gelişte yol boyunca adeta yan yana ve seyrederek geldiğimiz Çataklı Çayı, Uzungöl Deresi ve Haldizan Deresi ile üzerlerindeki taş köprüleri, dönüşte de seyrederek gittik. Bu taş köprülerden Hapsiyaş (Kiremitli Köprü) yanında o gün için son defa durduk. Burada herkes doğal olarak yine fotoğraf makinelerine el attı. Daha sonra otobüsümüz tekrar kuzeye doğru yol aldı çevre yoluna çıktıktan sonra da doğuya doğru dönerek Rize'nin de yanından geçip Çayeli'nde kalacağımız otele ulaştık.
.
(Fırtına Deresinde tur rehberimiz dere kenarındaki tesislerden birinde telesiyejle karşıdan karşıya geçiyor. Bu çok hızlı akan derede rafting de yapılabiliyor)
Ertesi gün Çayeli'ndeki otelden çıkıp tekrar yolumuza koyulduk. Bu sefer rotamızda Ayder Yaylası vardı. Ertesi gün Gürcistan sınırını nüfus kimlik kartımızla geçeceğimiz için rehberimiz kimlik kartı yıpranmış olanların sınırda geçememek gibi bir riski olduğunu söyledi. O yüzden kimliği yıpranmış olanların Çamlıhemşin'deki nüfüs müdürlüğünde kimlik kartını yenilemesini tavsiye etti. Bunun içinde fotoğraf çekimi için Ardeşen'de 1 saat kadar mola verileceğini söyledi. Neyse yola koyulduk ve Pazar ilçesinin yanından geçtikten sonra Ardeşen'in içinde bir köprü yanında durduk. Orada otobüsün yarısı Gürcistan'de geri çevirilme riskini almamak için fotoğraf stüdyosuna gitti. Bu arada otobüste kalanlarda sigara içmek için dışarı çıktı. Otobüs kadın ağırlıklı olduğu için genellikle sigara içenler de kadınlardı. Bu arada beliren üç, dört arsız maganda rahatsızlık verdiği için herkes tekrar arabaya girdi. Bunu yapan sevimsizler nedir, kimdir bilmem ama ülkem adına gerçekten üzüldüm. Neyse otobüste yabacı ülkeden biri leri yoktu. Sonuçta hepimiz bu ülkedeniz. İçimizdeki bu tipleri de biliyoruz. Gerçek Ardeşen'liler de görse onlar da üzülürdü.
Fotoğraf çektirenler otobüse döndükten sonra otobüsümüz hareket etti. Ardeşen civarında güneye doğru kıvrılarak aşağı doğru Çamlıhemşin yoluna girdik. Ardeşen- Çamlıhemşin yolu Fırtına Deresi boyunca ona paralel olarak uzanan bir yol.
Bu zevkli yolda, bir yandan Orman diğer yandan Fırtına Deresindeki, bazıları Cenevizli'lerden kalma tarihi taş köprüleri seyrede seyrede gittik. 1696 yılından kalma yani üçyüz küsur yıldır ayakta duran Çinçiva Köprüsü (Şenyuva Köprüsü) yanında durup köprüde fotoğraflar çektik.
(Çinçiva Köprüsü diğer adıyla Şenyuva Köprüsü ve de altında hızla akan fırtına Deresi)
Çamlıhemşin'de otobüsümüz durunca kimliklerini yeniletecekler Çamlıhemşin Nüfus Müdürlüğünün yolunu tuttu. Çamlıhemşin enteresan bir ilçe. Daha doğrusu ilçe demeye şahit ister çünkü çok küçük. Neredeyse tek bir cadde boyunca sağlı sollu evlerden kurulu bir ilçe. Hatta cadde bir kaç kilometre sonra bir tarafı dağa dayandığı için o kesimde yolun sadece bir tarafında binalar bulunuyor. Zaten ilçedeki bir dükkanda esnafa "ilçenin geri kalanı nerede?" diye sorunca adam bana gülerek "hepsi bu" dedi.
(Palovit Şelalesi Kaçkar Dağları Milli Parkı içerisinde bulunmakta., Çok sık ağaçlı bir orman içindeki şelale 15 metre yukarıdan hızla aşağı akmakta. Palovit, Rize’nin Çamlıhemşin ilçesine takriben 15 km uzaklıkta bulunmakta. Burası çevresindeki endemik bitki örtüsü ve içinde barındırdığı hayvanlarla muhteşem bir tabiat parkı.)
Neyse nüfüsta işler bitince minübüslerle yapılan ve ekstra bir gezi olan Palovit Şelalesi ve Zilkale gezisine katıldık. Tabi buralarda da herkes fotoğraflar çekti.
(Zilkale Fırtına Vadisine hakim bir tepede 13 YY'dan kalma olduğu tahmin ediliyor. Yani Bizans döneminden... Kale Osmanlı zamanında da hem güvenlik ve gözetleme kulesi olarak hem de ticaret kervanlarının konaklaması için kullanılmasına devam edilmiş.Çamlhemşine tariben 15 km uzaklıkta. Altında hızla akan Fırtına Dersinden 100 m yukarıda bulunmakta. Kalenin üstünden bakılan manzara gerçekten çok güzel. )
Burdaki gezi işimiz bitince otobüsümüzle yolumuza devam etmek için yine aynı minübüslerle Çamlıhemşin'e geri döndük
(Ben Gelintülü'nü çekmeye çalışırken Hüsniye'de beni Gelintülü'yle birlikte aynı kare içinde buluşturmuş. Bence başarılı olmuş. Bu arada, Ayder karşısındaki tepeden hızla akan bu akar suyun adı Gelintülü. Orman içinde deli gibi bir hızla akan Gelintülü... Zannediyorum diyecek fazla bir şey yok. Görüyorsunuz....)
En sonunda Ayder Yaylasına geldiğimizde fotoğraflarına imrenerek baktığım bu yerdeki bina sayısının fazlalığı dikkatimi çekti ve beni şaşırttı. Her şeye rağmen Kalegon mevki, Gelintülü denilen karşıdaki dik yamaçtan hızla aşağı akan akar su, kaldığımız otelin altından gürül gürül akan dere ve yeşilin çokluğundan toprağının rengi bile gözükmeyen Muhteşem Ayder...
(Ayder'de kaldığımız otelin altında hızla akan dere. Burada ortama sadece akan suyun sesi hakim )
(Yöresel mimarinin izleri olan bu bina "Ardeşen Kaymakamlığı Halk Eğitimi MerkeziMüdürlüğüne ait El Sanatları ve Yöresel Ürünler Teşhir Merkeziyimiş". Biz orada durduğumuzda kapalıydı.)
Ayder'den sabah yola çıktığımızda rotamız geldiğimiz yoldan kuzeye doğru çıkıp tekrar çevre yoluna girmek ve Hopa, Arhavi yanından geçerek Sarp sınır kapısına erişmekti. Oradan da Gürcistan sınırını geçip Batum'a gidecektik.
Gürcista'a girdiğimizde dikkatimi çeken şey sahillerin tıklım tıklım dolu olmasıydı. Herkes denize giriyordu. Kültür farklılığı hemen kendini belli etmişti zira Türkiye tarafında yüzlerce kilometre sahil yanında geldiğimiz halde denize giren kimse görmemiştim. Tabi bunda ramazan ayının içinde olmamız da vardı.
Batum'da bir kaç saat kaldık. Batum için şunları söyleyebilirim. Şehirdeki meydanların etrafı gösterişli binalarla dolu ama biraz içeri girince zenginlikten pek nasibini almamış bir ülke olduğu belli olmakta. Bu arada halkı için pek olumlu şeyler söyleyemeyeceğim. Ben hayatımda bu kadar donuk ve soğuk bir insan topluluğu görmedim. Eşim de onları kaba buldu.
Bu gezi sırasında ben epeyce hastalanmıştım. Batum'da bunun için ilaç almamız gerekti. Eczane ararken yol tarifi için İngilizce bilen bir tane insan bulamadık. İnsanlara bir şey sorarken de o kadar donu bakıyorlar ki şahsen buna bir anlam veremedim. Tesadüfen orada çalışmakta olan iki Türk gencine rastladık ta Allah razı olsun onlar eczanenin yolunu tarif etti. Hem de içtenlikle gülümseyerek... O zaman anladım ki, ne varsa kendi vatandaşlarımızda var. Her neyse bir eczaneye gittik ve ilacın adını söyledik. Gülümsemeyi unutmuş eczacı genç kadın ilacın kutusunu açtı ve bize "Kaç tane istediğimizi" sordu. Ben ve eşim biraz şaşırdık ama ona büyük bir zevkle "Kutuyu ver" dedim. Meğer ülkede ilaç kıtlığı varmış.
Batum'da tur olarak Botanik Parkı ile bir küçük müze ziyaret edildi.
Daha sonra yine otobüste toplandık ve tekrar Türkiye'ye geri dönmek için Sarp sınır kapısına doğru yola çıktık. Türkiye'ye girdikten sonra da Trabzon'un Maçka ilçesinde bir otelde konaklamak üzere Maçka'ya doğru yola çıktık.
(Sümela Manastırı, Trabzon şehrinin Maçka ilçesinde bulunmakta. Konumu, deniz seviyesinden 1.150 m yükseklikte olan bu eski Rum Ortodoks manastır, kilise kompleksinin eski adı Panagia Sümela veya Theotokos Sümela'dır. tarih olarak ilk yapılışı Bizans döneminde gerçekleşen bu bina gerçekten de bulunduğu konumu ve güzelliğiyle insana heyecan veriyor.)
Maçka'da konakladığımız gecenin sabahı sona bıraktığımız Trabzon'a gitmek üzere yola çıktık. Önce Sümela Manastırı ziyaret edildi.
(Trabzon Atatürk Köşkü, Soğuksu semtindeki bir çam korusu içinde bulunmakta. Bu güzel bina 20 YY başında yaptırılmış. Atatürk'ün 1934 ve 1937 arasındaki şehir ziyaretlerinde, bu köşkte konuk edilmiştir.)
Daha sonra Atatürk Köşküne gidildi.
(Trabzon Ayasofya Kilisesi, Bizans İstanbul'unun Haçlı seferi yapan Latinler tarafindan işgal edilmesinden sonra kaçarak 1204 yılında Trabzon'da başka bir devlet kuran Kommenos sülalesinden Kral I. Manuel tarafından 13 yy ortalarında yaptırılmış. Geç Bizans dönemine ait olan bina haçvari planlı kilise olarak inşa edilmiş Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethiyle cami olarak müslümanlar için ibadete açılmıştır..Bugün bu güzel binanın bir kısmı müze bir kısmı da cami olarak kullanılmakta.)
Trabzon'da en son Ayasofya Cami Müzesi ziyaret edildi. Ayasofyanın yakınlarında bulunan gümüş dükkanlarından alış veriş yapmak isteyenler ve Trabzon gümüşü almak isteyenler bu gümüş dükkanlarında alışveriş yaptılar.
Müzenin duvarları 13 yy'dan kalma ortodoks hristiyanlığına ait muhteşem dini resimlerle (ikon) dolu. Her bir ikonun önünde durarak rehberimizden onların hikayelerini dinledik.
Ayasofya'daki gezimizde bitince Ordu'daki otelimizde konaklamak üzere Trabzon'dan, Ordu'ya hareket edildi. Turumuzun son gecesini yine Ordu'daki otelde geçirdik.
Ordu'daki son gecemizden sonra sabah erkenden yola çıkan otobüsümüz son kere olmak üzere Samsun'da Arkeoloji Müzesi önünde mola verdi. Aslında elimizdeki programa göre ilk gün gitmemiz gereken müze ziyareti, son güne kalmıştı. Bu müzedeki ziyaretimiz de bitince tekrar yola çıkan otobüsümüzün hedefi artık direk İstanbul'du. Gezmeyi seven biri olarak gezmek kadar eve dönmeyi de severim. Özellikle güzel ama uzun ve yorucu olan bu tür gezilerden sonra TV karşısındaki koltuk ile yatağın ve yastığına kavuşmak insanı çok rahatlatır..