Londra'ya gitmek için 10 Martta Sabiha Gökçen Havaalanından THY uçağı ile havalandık. Yaklaşık 4 saat sonra Londra'nın ikinci büyük hava alanı olan Gatwick'teydik. Gatwick Hava alanını İstanbul'un Yeşilköy ve Sabiha Gökçen Hava alanlarına göre daha az konforlu ve açıkçası biraz eski buldum. Londra'da 5 tanesi önemli olmak üzere irili ufaklı epeyce hava alanı var. Türkiyeden kalkan uçaklar bunlardan 3 tanesine iniyor. THY uçakları, Gatcwick ile Londra'nın en büyük hava alanı olan Heathrow Hava Alanına iniyorlar. Pegasus uçaklarıysa üçüncü büyük hava alanı Stansted Havaalanını kullanmakta.
Londra'da hava alanlarından şehir merkezlerine ulaşmak için taksi dışında tren, metro ve otobüs gibi iyi alternatifler bulunuyor. Eğer aşırı yükünüz yoksa taksi kullanmanıza pek gerek kalmıyor.
Londra'daki ikinci günümden itibaren tüm kaldığım süre içinde, bazen metro, bazen şehir içi otobüsler, çoğu zaman da yürüyerek tüm zamanımı,Avrupa'nın başkenti olarak kabul edilen bu sihirli şehri tanımak için harcadım.
Londra'da en beğendiğim şeylerden biri insanların kurallara olan katıksız riayetiyken, diğeri trafikti. Hem kurallar hem de akıp giden bir trafiği olduğu için ne bir itişme, ne de bir kakışma oluyor! Tabi yukarıdaki trafiğin akıp gitmesinin asıl sebebi tabiri caizse altta örümcek ağı gibi bir metro sisteminin olması. Şehrin altında, durmadan gidip gelen yer altı trenlerinin olduğu bir sürü metro hattı ve 270 adet metro istasyonu var. Biz Barking'de kaldığımız için bu hatlardan en çok kullandıklarımız tabelalarda yeşil renkle gösterilen "District", sarı renkli "Circle", lacivert renkli " "Piccadilly" ile gri renkli "Jubilee" oldu. Metro istasyonlarına indiğinizde o kadar güzel ve izahatı kolay anlaşılır tabelalar var ki, kimseye sormadan, çok rahat bütün Londra'yı rahatça gezebiliyorsun. Bir hattan diğer hatta yani çapraz geçişler de bu tabelalarda iyi izah edilmiş. Bütün bu güzellikler Londra'da seyahati kolaylaştırıyor. Açıkçası cebinde bizim İstanbul'daki Akbil kartının muadili olan "Oyster" seyahat kartı olsun, yeter.
City of London: Tanıtım gezimize Londra'nın en önemli bölgelerinden biri olan "City of London" üzerinden başlayalım. Thames nehrinin kuzey kıyısında ve "London Bridge" Köprüsü ile "Tower Bridge" Köprüsü arası da dahil olmak üzere kapladığı 2.6 km2 alanla Büyük Londra içindeki en küçük ilçe. Londra'nın Roma'lılardan kalma en eski yerleşim alanı olan bölge bu önemini, önemli tarihi dokusu, içindeki önemli noktaları ve de hem tarihi hem de modern mimari örneği olan gösterişli binalarıyla kazanıyor. Bölge içinde ve hemen yanında olan önemli tarihi yapıtlar "London of Tower" (Londra Kalesi), "Tower Bridge" Köprüsü (Tower Köprüsü), "St. Paul's Cathedral" (Kilise), Royal Exchange (eski borsa merkezi ve şu anda alış veriş merkezi), Mansion House (Londra belediye başkanının resmi ikametgahı), Londra Müzesi; modern mimari yapıtlardan da Millennium Bridge (Milenyum Köprüsü), Lloyd's Binası, Leadenhall Binası, 30 St Mary Axe (Gherkin) Binası bunlardan en ünlüleridir.
(Martta Londra'yı Thames Nehri kıyılarından başladık. Hava bulutlu ama ılık. Tower Bridge Köğrüsü ile London Bridge arası rıhtımda, çoğu yabancı olmak üzere kalabalık var. Herkes benim gibi sırtını Tower Bridge Köprüsüne dönmüş fotoğraf çekiyor.)
(City of London bölgesinin doğal doğu sınırı olan Tower of Bridge Köprüsü üzerinden görünüşü. Sağda gözüken kale Tower of London. Onun arkasında gözüken modern mimari örneği yüksek yapılar: Sağdan sola 30 St Mary Axe (Halk arasında Gherkin diye bilinen) Binası, Lloyd's Binası ve Leadenhall Binası, Görüldüğü gibi bu bölgede eski ve yeni biraz fazla iç içe!)
(Thames üzerindeki en önemli tarihi köprü Tower Bridge. Adından anlaşıldığı gibi Kule Köprüsü ana taşıyıcı sistemi heybetli iki kuleden oluşmakta. Bu kulelere bağlı olan köprü açılır kapanır ve iki katlı. Üst kata çıkamadık ama bir dahaki sefere muhakkak çıkmak istiyorum. Çünkü manzara çok güzel ve etkileyiciymiş.)
(Arkamızda Norman Foster'in Londra Belediye Binası olan "City Hall" ve sağda yine aynı mimarın büyük iş merkezi binası "More London".
Bunlarla birlikte daha bir sürü önemli binalar; hani ne akar ne de kokar cins diye tarif edebileceğim! pek sevimli olmayan kahverengisiyle ve merkezi sistemle bir azaltılıp, bir çoğaltılarak akan suyuyla, ünlü Thames nehrinin kıyılarına serpiştirilmiş. İnsanların gezinme alanı olarak kullanılan bu bölge, çok güzel bar ve restaurantlarla dolu.
Londra'da en dikkatimi çeken şeylerden biri de, banliyölerde zaten hiç rastlamıyorsun ama merkezde de turist ve yabancının çokluğundan İngilizlerin arada kaybolması. İşin şaka tarafı geçen seneyi ve tabi ki bu seneyi saymazsak Kalkan ve Fethiye'de ben daha çok İngiliz görüyordum!!!
Gerçekten de Londra'da dünyanın her ırkından ve her milletinden insana rastlıyorsun. Mesela "City of London" denilen bu ana merkez bölgede bile rastladığın iki insandan biri ya herhangi bir ülkeden gelmiş turist veya, ya çalışmak, ya dil öğrenmek, ya da okumak için gelmiş yine farklı bir millet mensubu diyebilirim!)
(Thames kıyısında ve City of London bölgesinin tam karşısında olan Hay's Galleria Binası; Tower Bridge Köprüsü ile London Bridge Köprüsünün ortalarında bir yerde bulunuyor. Üstünde yazılı olan tabeladan okuduğuma göre vakti zamanında Londra'ya kuru yük getiren gemilerin malzeme indirdiği bir kapalı limanmış. Çin ve Hindistan dahil tüm dünyadan Londra'ya gelen malzemeler bu kapalı liman binasına indirilirmiş. Yine tabelada yazılana göre limana gelen en etkileyici gemiler Çin ve Hindistandan gelen "Tea Clippers" adındaki gemilermiş. Dikkatimi çeken şeylerden biri İngilizler denizciliğe çok önem veriyorlar. Bu konuda epeyce müzeleri var. Zannediyorum ekonomilerinin gelişmesinde Britanya denizciliğinin ve ona verdikleri önemin payı çok büyük. Her neyse bu bina çok başarılı bir restorasyondan geçmiş. Bina önündeki büyük avlunun çelik ve camla üstü kapatılmış. Ayrıca avlunın ortasındaki havuzda çok eski bir döneme ait bir geminin bronz heykeli var. Çok etkileyici bir bina. Fotoğrafta, İngiltere'deki dostlarımla bu güzel heykeli inceliyoruz)
(Lady Diana ile hala kral olamayan, İngiltere Kraliçesinin büyük oğlu Prens Charles'ın düğünlerinin yapıldığı St. Paul's Cathedral ön cephesi. Binanın bu cephesi Millenium Bridge yani Milenyum Köprüsüne doğru bakmakta.)
(City of London mahallelerinden biri olan Barbican Mahallesindeki Museum of London - Londra Müzesi. Geçmişten günümüze Londra'nın gelişimini anlatan bir müze. Londra civarında bulunan Dinazor fosillerinden, Roma medeniyeti ve ondan kalanlara kadar bir sürü değerli materyaller var. Bu konuda çok zengin bir müze ve ücretsiz.)
Westminster: Londra'nın en önemli ve en turistik semti. Bu önemini Parlemento Binası, Başbakanlık ve diğer Bakanlık binalarının burada olmasından kazanıyor. Ayrıca Londra'nın merkezi olarak kabul edilen "Trafalgar Meydanı" Websminster sınırları içersinde olduğunu da katarsak semtin önemi ortaya çıkar. Trafalgar Meydanının olduğu mahal "Charing Cross" adıyla tanımlanıyor. Şehir içindeki mesafeler Charing Croos'a göre alınmakta. Meydanın yakınlarında iki tane önemli müze, üstünde de "Nelson Sütunu" isimli bir anıt sütun bulunmakta. Bu müzelerden birincisi olan "National Gallery" Müzesi ön cephe girişiyle direk Trafalgar Meydanına bakmaktadır. Müzede sanat tarihinin çok önemli ressamlarının çok önemli resimleri bulunmakta ve dünyanın en çok ziyaret edilen müzeleri sıralamasında 5. sırada, İngiltere'de de 3. sırada geliyor. National Gallery Müzesinin hemen arkasında "National Portrait Gallery" Müzesi bulunuyor. Bu müzede de hem tarihi hem çağdaş önemli kişilerin portreleri bulunmakta. Her iki müzeye de giriş ücretsiz. Trafalgar Meydanının doğu kısmında "St. Martin in the Fields" Kilisesi duruyor. "Trafalgar Square" Meydanından, Parlemento Binası arasında hükümet binalarının olduğu bölgeye "Whitehall" deniyor. Bu bölgede çeşitli bakanlık binaları, başbakanlık konutu bulunmakta. Ayrıca meşhur "atlı muhafızlar" günlük geleneksel gösterilerini burada yapmakta.
Whitehall bitiminde hemen Thames yanında büyük ve muhteşem bir gotik saray çıkıyor. Burası İngiltere Parlemento Binası. Bu binanın doğu tarafında ünlü "Big Ben" saat kulesi bulunuyor. Big Ben Kulesinin doğu tarafında da Westminster Köprüsü bulunmakta. Köprüden karşı kıyıya geçip sola dönersek kıyıda "London Eye" ismiyle anılan 135 m yüksekliğindeki, dünyanın en büyük dönme dolabına binerek, Londra ve Westminster'in kuş bakışı görüntüsüne bakabilir hatta fotoğraf çekebilirsiniz.
Tekrar Parlemento Binası önüne dönecek olursak çevresinde binlerce turist ve yabancının dolaştığı bu bölgede, Parlemento binasının karşı taraflarına düşen yerlerde ünlü bir ibadethane olan "Westminster Abbey" Kilisesi ile "Central Hall Westminster" Kilisesi bulunmakta.
En az Parlemento binası kadar önemli olan İngiliz Kraliyet Sarayı "Buckingham Palace" ve saraya ait St. James's Park'ta, Westminster Semti içinde bulunmakta. Bunun dışında başta Hyde Park olmak üzere Green Park, Kensington Gardens, Regent's Park gibi çok önemli parklar da Westminster sınırları içinde kalmaktadır.
Westminster içindeki mahalleler Londra'nın en önemli mahalleleri. Bunlardan bir kaçını sayarsak; Soho, Belgravia, Chinatown, Mayfair,Victoria, Knightsbridge, Strand diyebiliriz. Bu mahallelerin her birinde birbirinden daha değerli tarihi saraylar, kiliseler, müzeler ve yine tarihi ve de modern mimarinin en seçkin ürünü muhteşem binalar, caddeler, parklar ve meydanlar bulunuyor.
(Westminster Merkez ve Metro İstasyonu giriş ve çıkış merdiveni başı. Arkada da Palace of Westminster ya da diğer adıyla Houses of Parliament - Parlemento Binası)
(Atlı muhafızların her gün geleneksel gösterilerini yaptığı Whitehall Saray önü)
(Big Ben Saat Kulesiyle birlikte Palace of Westminster ya da diğer adıyla Houses of Parliament- İngiltere Parlemento Binası. Gotik tarzın en güzel örneği olarak duruyor.)
(Westminster ilçesi sınırları içinde bulunan Buckingham Palace kraliyet sarayı. Hem devlet işlerinde hem de yabancı devlet adamlarının ağırlanmasında kullanılıyor.)
West End: West End Westminster'in yukarısında ama Londra'nın merkezinde olan önemli bir bölge. Büyük ve çok ünlü mağazalar, gece klüpleri, tiyatro ve sinema salonları, lüks restaurantlar ve oteller hep burada toplanmış. Dünyaca ünlü Oxford Street Caddesi ve küçük bir meydan olan Piccadilly Circus Kavşağı bu bölgededir. Her ikisi de gece gündüz insan kalabalığıyla dolu olan yerler. Bunlara ilaveten Regency Street'de önemli caddeler arasında. Piccadilly yakınlarında olan Chinatown (Çin Kasabası) mahallesi de muhakkak görülmesi gereken, eğlenceli, her dakika kalabalık ve şenlik olan bir yer. Burada dükkanların büyük çoğunluğunu Çinliler çalıştırıyor. Sokaklar self servis çalışan Çin restaurantlarıyla dolu. Bu mahalleden biraz aşağı doğru yüründüğü zaman Leicester Square Meydanına geliyorsunuz. Buraya geldiğinizde çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu büyük bir kalabalığın içinde kendinizi buluyorsunuz. Bu meydan zannediyorum Londra'nın en eğlenceli meydanlarının başında geliyordur. Zira burada günün her saati amatör sokak sanatçılarının gösterilerini seyredebiliyorsunuz.
(West End semtindeki önemli caddelerden biri olan Regent Street ve cadde üstünde University of Westminster - Westminster Üniversitesi)
Bloomsbury: Herhalde Londra'nın en entellektüel semti. Charles Dickens gibi bir sürü İngiliz entellektüel burada yaşamışlar. Zaten Charles Dickens'in evi, Dicken's House of Museum adıyla müze olarak Bloomsbury içinde. Dünyaca ünlü British Museum - Britanya Müzesi ile University of London - Londra Üniversitesi bu semtte bulunuyor. British Museum için özel bir sayfa açmak gerekir herhalde. Zira müze anlatılmaz ancak yaşanır şeklinde. Bunda en büyük etken antik çağda ve orta çağda dünyadaki tüm medeniyetlerin en güzel eserlerinin burada sergilenmesi. Asur heykellerinden, Roma heykellerine; Mısır mumyalarından antik çağ Grek rölyeflerine kadar inanılmaz tarihi hazineler var. Kendi çağlarına ait de şeyler var ama açıkçası 19. yüz yılda adamların ataları iyi çalışmışlar(?) Bir takım İngiliz arkeologlar gemilerle gidip elindeki değerlerin kıymetini henüz bilmeyen ülkelerin bu çok değerli hazinelerini alıp İngiltere'ye getirmişler. Maalesef bu tarihi soyguna uğrayan ülkelerien arasında başı çekenler Mısır ve Türkiye. Türkiye'den getirilenler arasında Mausoleum of Halicarnassus (Halikarnas Mozolesi veya Bodrum Anıt Mezarı) ile Nereid Monument (Xanthos Anıt Mezarı). Her ikisi de özel büyük salonlarda sergileniyor. Bunun dışında da Türkiye'den getirilmiş bir sürü şey daha gördüm. Bunlardan biri de müzenin ilk girişindendeki büyük antrede Ege Bölgesi Knidos'tan getirilmiş olan gösterişli büyük aslan heykeliydi. Neyseki müze ücretsiz!
(British Museum bir günde bitirilecek bir müze değil. Türkiye de dahil geçmişteki bütün dünya medeniyetlerinden kalan en nadide örnekleri kendi topraklarından söküp, buraya taşımışlar.)
Kensington ve South Kensington: Kırmızı tuğlalı Kensington Palace yani Kensington Sarayının etrafında konuşlanmış bölge. Bu sarayı dışından görmeden evvel doğrusu daha şatafatlı bir saray bekliyordum. Sarayı ölmeden önce Galler Presesi Lady Diana kullanıyormuş. Şimdi ise oğlu ve gelini yani Prens William ve Cambridge Düşesi Kate ait bir malikaneymiş. Bugün saray özel düğün ve kutlamalar için kiralanabiliyormuş. Hatta saray yanındaki daha evvel sera olarak yapılmış tek katlı ek bina The Orangery adıyla restoran olarak kullanlıyor. O da her türlü davet ve organizasyona açık durumda.
South Kengsington Londra'nın müze merkezi desek yalan olmaz. Çok önemli müzeler burada bulunuyor. Bunlardan iki tanesini ziyaret edebildim. Gezdiğim ve gördüğüm iki müzeden biri olan Victoria and Albert Museum bu semtteki müzelerin en büyüğü ve en muhteşemi. Müzede çağlardan günümüze kadar her dönemden heykeller, resimler, mobilyalar, giyim eşyaları, cam eşyalar ve goblenler sergileniyor. Ayrıca Michelangelo gibi büyük ustaların heykel kopyaları ile röprodüksiyonları sergilenmekte. Müze ziyareti ücretsiz.
Diğer gezdiğim müze Geological Survey Museum onun az ilerisinde. Bu müzede toprak altından ne çıkarsa sergileniyor. Çağlar ötesinin insan, dinozor ve hayvan iskeletleri canlandırılmış örnekleri ile yan yana sergilenmiş vaziyette. Ayrıca toprak altından çıkmış madenler, taşlar, katılaşmış lavlar ve fosiller de... Ekranlarda görsel gezegenler arası seyahatlar mümkün. Dünyanın milyonlarca yıldır olan değişimi ve kıtaların oluşması, yine ekranlarda depremin nasıl oluştuğu ve depremin yer altında ve üstünde neler yaptığının görsel olarak izahatı da.... Müzedeki her şey bilgi dağarcığınızın genişlemesi için. Bu müthiş müze de ziyaretçilere ücretsiz.
South Kengsington' da iki büyük müze daha bulunuyor. Biri Natural History Museum (Doğa tarihi Müzesi) diğeriyse Science Museum (Bilim Müzesi). Natural History Müzesi; ekolojiyle ilgili; botanik, zooloji, böcek, mineraloji ve fosil bilimleri hakkında milyonlarca ürünün içinde sergilendiği büyük bir müze. Müze içinde sergilediği 5 m yüksekliğinde dinozor iskeleti ve 28 m Mavi Balinası ile ünlü. Bu müzede ücretsiz.
Son müze Science Museum. Bu müzeyi görmeye maalesef zaman kalmadı. Müze insanoğlunun teknolojik gelişmesini anlatan bir müze. Bu müzenin diğer müzelerden en büyük farkı burada her şeye dokunmak ve kolarını indirip, kaldırmak serbestmiş. Dünyanın en eski lokomotifinden, Apollo 10'a kadar teknoloji tarihi ile ilgili her şey mevcutmuş. Bu müze maalesef ücretli.
Bitmedi en az bu müzeler kadar önemli olan Royal Albert Hall binası da burada. Aslında binaya tüm sanatların buluştuğu bir bina denilebilir. Klasik, rock, caz, pop müziği konserleri ile bale ve opera gösterileri dışında masa tenisi gibi bir takım spor organizasyonları, çeşitli kurumların ödül seromonileri, okul ve toplulukların organizasyonları, hayır kurumlarının davetleri gibi şeyler de burada yapılabiliyor.
(Kensington Palace dış görünüşü ile çok şatafatlı bir saray değil ama mazisi olarak zengin bir saray. Ölmeden evvel Lady Diana'nın konut olarak kullandığı bu sarayın şimdiki sahipleri Pren William ile eşi Düşes Kate.)
(Royal Albert Hall, sanat dünyasının Londra'daki kalbi. Frank Sinatra, The Beatles, Robbie Williams, Liza Minnelli, Jimi Hendrix, Oscar Peterson, The Who, Led Zeppelin, Eric Clapton, Sting, Elton John, Adele gibi eski ve yeni dünya starlarının yanında bizim sanatçılarımızdan Sezen Aksu ve Zeki Müren'de burada konser vermiş.)
(Victoria and Albert Museum, South Kensington semti müzelerinin en büyüğü ve en görkemlisi.)
Greenwich: Londra'nın önemli ilçelerinden biri. İlçenin önemine önem katan şeyler i şöyle sıralayabiliriz. Royal Observatory Greenwich (Greenwich Gözlem evi), Müzeler, Üniversitesi ve tabi ki Millennium Dome
(Bu park Greenwich Parkı. Hiç görmediğim kadar büyük ve güzel bir park. Günlerden 15 Mart 2017, hava da şansımıza ılık ve güneşli. Fotoğrafta gözükmüyor ama Londra'lılar aşağılarda çimenlere uzanmış güneşleniyorlar. Kalabalık var ve ortada tek çöp yok. Tabi mangal filan da yok. Parktaki insanlar içinde ikili, üçlü güneşlenen genç ve güzel kızlar çok rahat çünkü onlara bakan meraklı tipler yok.
En soldaki bina meşhur Royal Observatory Greenwich yani Greenwich Gözlem Evi. Hani coğrafya derslerinde öğrendiğimiz o sıkıntı veren enlem boylam konularının içinde geçen ve meridyenin başlangıç noktası olarak kabul edilen yer. Neden meridyen orada başlıyor diyebilirsiniz. Cevabı şu: Çünkü meridyeni İngilizler bulmuş. Yani parmağı bal tutan el onlara ait. Biz bulsaydık bizde başlardı. Ne iyi olurdu. Gözlem Evini dolduran meraklı turistler o zaman bize gelirdi. Bu arada Gözlem Evi müze olarak kullanılıyor ve ziyaretçilere ücretli.
Greenwich Gözlem evinin bulunduğu tepeden Londra'ya yani Thames Nehri tarafına doğru çektim bu fotoğrafı. Parkın bitiminde gözüken iki müze daha var. Biri "National Maritime Müzesi" yani Ulusal Denizcilik Müzesi diğeri "The Queen's House" yani Kraliçenin evi. İkisi de görülmeye değer müzeler, ve her ikisi de ziyaretçilere ücretsiz. Müzelerden sonra caddeye çıkıyorsun ve karşındaki büyük yapılar Greenwich Üniversitesi oluyor. Benim çocuklar üniversite çağlarında olduğu için tabi üniversite özel merakımı çekti ve epeyce inceledim. Mimariye meraklılar için fotoğrafın sol taraflarında ve çok uzaklarda sivri çatısıyla Avrupa'nın en uzun binası olan "The Shard" göze çarpıyor.
Gelelim ana fikire; Londra'nın her mahallesinde böyle parklar var. Park dediysem enleri ve boyları yürümeyle bitmiyor. Yani ne kadar uzaktan çekersen çek genelde parkın boyutlarını, fotoğraf makinesinin kadrajına sığdıramıyorsun. Burada da bir sürü fotoğrafı birleştirip panorama yaptım ama yine de parkın tamamı değil. Ayrı bir anekdot daha vereyim. Londra'nın merkezi olan Westminster bölgesinin dörtte biri yeşil alan parkmış. Yanlış anlaşılmasın, Londra'nın merkezi olan bir yerden bahsediyorum. Bizdeki Şişli, Nişantaşı ve Beyoğlu gibi...Yani o derece... Bu büyük parklar semtler arasında ve genellikle geçiş alanlarında. Yani İstanbul'daki gibi duvarlar arkasında da değil. Dikkatimi çeken başka bir şey parklarda çok fazla ağaç yok. Herhalde güneş az olduğu için ve güneşi kesmesin diye... Bana sorarsanız böyle çok daha hoş oluyor. Genellikle bu parklar böyle futbol oynamayı çağrıştıran bir şekilde uçsuz bucaksız çimlerle kaplı. Geçmişte futbol oynamak için saha bulamayan memleketimin çocuklarından biri olarak Londra parklarındaki uçsuz bucaksız çimenleri görünce içimden iki taş koyup çocukluğumdaki mahallem çocuklarıyla top oynamak geçti desem yalan olmaz.)
Royal Observatory Greenwich - Greenwich Gözlemevi girişi)
(The Queen's House - Kraliçenin Evi Müzesi küçük ve gösterişsiz bir bina içinde Kraliyet ailesine ait kişilerin çok değerli portreleri var)
(National Maritime Museum Avrupanın bu en büyük ve en değerli denizcilik müzesinin eklenti bölümündeki galeri. İngilizler tarihleri boyunca denizciliğe çok önem vermişler. Bu günkü gelişimlerini de bence buna borçlular. )
(Greenwich University bahçesi)
(Millennium Dome – Milenyum Damı Binası; North Greenwich – Kuzey Greenwich’de 2000 yılı ve yeni milenyum için ünlü mimar Richard Rogers tarafından projelendirildi. Zannediyorum gelmişte ve geçmişte en çok eleştiri alan ve en çok dedikodusu yapılan bina olarak tarihteki yerini almıştır.
80.000 M2 kapladığı alanla, 2 Wembley Stadını içine alacak büyüklüğü ve sahip olduğu dünyanın en büyük tek parça damıyla, dünyanın en büyük fiberglas yapısı olmasıyla, yapımında kullanılan 70 km çelik halatla ve dünyanın en sağlam binası olmasıyla her türlü rekoru da kırmış bir binadır.
Millennium Dome, sayısız tiyatro, sinema, eğlence yerleri, restoran, kültür merkezi, çeşitli dinlerin ibadet mekanlarını içinde barındırmaktadır.)
(Millennium Dome - Milenyum Damı Binası girişindeki büyük antre)