Önümüzdeki günlerde yapacağımız bir Avrupa gezisi için ailece schengen vizesi almıştık. Seyahatımıza da henüz zaman vardı. Hazır vizeyi almışken ailece bir kaç günlüğüne bir Rodos gezisi yapalım diye düşündük. Fethiye'deki acentalardan birine uğradım ve bana sunulan bir paket programı satın aldım. Buna göre Fethiye'den Rodos'a feribotla gidiş ve geliş, Rodos'ta acenta tarafından karşılama, arabayla panoramik kısa bir Rodos turu ve otele bırakış. Otelde 3 gün, 2 akşam konaklama+ kahvaltı ve üç gün sonra dönüşte yine otelden limana transfer karşılığı, epeyce uygun fiyatlı bir programdı. Çünkü Euro henüz 3 TL civarıydı. (3 kişiyi içine alan bu paket programın 2015 Haziranındaki fiyatı 1125 TL'ydi.)
Feribotun Fethiye İskelesinden kalkış saati 10:00'du. Bu yüzden 1.5 saat evvel iskelede olduk. Pasaport işlemlerinden sonra kalkan feribot takriben 1.5 saat sonra yani saat 11:30 civarı Rodos İLimanına girmişti.
Yine buradaki pasaport işlemlerinden sonra, bizi ellerinde ismimizin yazılı olduğu pankartlarla, sevimli Rodos'lu iki Türk kızı karşıladı. Bir saat kadar Rodos'un merkezini içine alan tarihi surlarla, deniz arasında kalan caddelerde dolaştırdılar.
Apollo Pythios Tapınağı ile anfitiyatro
Adanın batı tarafında kalan "Apollo Pythios Tapınağı ile anfitiyatro" kalıntılarının olduğu yere götürdüler. Bu ören yerinde 20 dakika kadar kaldık. Burada en çok dikkatimi çeken şey çevresinin bomboş olmasıydı. Büyük bir alanda hiç bir şekilde binalaşmaya izin verilmemiş, ören yeri çevresiyle birlikte çok güzel korunmuş.
Ören yerinden sonra girişimizi ve valizlerimizi bırakmak üzere otelimize götürüldük. Otelimiz mütevazi sayılacak bir oteldi ama çalışanlar güler yüzlü ve son derece sevimli insanlardı. Check in işlemlerinden sonra valizlerimizi odalarımıza bıraktık. Bu arada acentanın Rodos'lu kızları bizi lobide bekledi. Daha sonra bizi tekrar arabayla, merkez yani Old Town'ı çevreleyen Rodos surlarının ana giriş kapılarından birinde bıraktılar. Old Town veya Sur İçi diye isimlendirilen Rodos'un merkezi olan bu tarihi bölgenin etrafı tamamen ve yüksek duvarlarla çevrili. Old Town, Unesco tarafından "Dünya Kültür Mirası" listesine alınmış ve en iyi korunmuş ortaçağ kentlerinden biri olarak kabul ediliyor. Deniz tarafından surlara bakılınca sahil ve sahil boyunca uzanan caddeden hemen sonra bu tarihi surlar başlıyor. Epeyce büyük bir alan bu surlarla çevrili. Surlardan caddeye çıktığın zaman da tabi denizle burun buruna geliyorsun ve her yer alabildiğine güzel plajlarla dolu.
Old Town tarihi mekanlarla dolu olduğu gibi aynı zamanda çok büyük bir turistik çarşı durumunda. Her taraf restoranlar, kafeteryalar, hediyelik eşya satan dükkanlar ve turistlerin ilgisini çekebilecek her tür alış veriş mekanlarıyla dolu. Bu arada tabi ki müzeler, saraylar, tarihi binalar ve yollar ile yine tarihi kiliseler, sinagoglar ve camiler de var.
Grand Master Emery d'Amboise Kapısı
Rodos içindeki gezimize bu Ortaçağ kentini çevreleyen surların kuzey batısında yer alan ve (1503-1512) yıllarından kalma "Grand Master Emery d'Amboise" isimli ve son derece heybetli olan giriş kapısından başladık.
Şövalyeler Sokağı (İppoton Street veya Knights Street)
Old Town içinde bir sürü sokaklar var ama gördüğüm kadarıyla üç sokak hepsinden daha önemli. Bunlardan biri Şövalyeler Sokağı (İppoton Street veya Knights Street). Bu sokak tamamen tarih kokan bir sokak. Sokakta hiç bir dükkan ve açık bir yer yok. Olduğu gibi koruma altında olan sokağın her iki yanı tarihi binalarla dolu.
Sokak ve binaların çok büyük çoğunluğu Rodos'un şövalyeler döneminden kalma. Rodos geçmişte Grek ve Roma'lıların elindeymiş. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman burayı fethedinceye kadar adadaki hükümranlık çok uzun bir süre, tarihte "Tapınak Şövalyeleri" ismiyle anılan bir tarikatta olmuş. Adada hükümranlık yapan şövalyelerin asıl işi de Akdeniz'de korsanlıkmış. Rodos Adasındaki tarihi eserlerin büyük çoğunluğu işte bu dönemden. Özellikle bu sokak ve sokaktaki binaların çoğu bu dönemden kalma.
Bu binalar farklı ülkelerin şövalyelerinin barınması için yapılmış. Her ülkenin şövalyeleri, kendi armasının ve bayrağının olduğu binada kalıyormuş. Bu arma ve bayraklar halen binalar üzerinde duruyor. Binaların sağlı sollu bitişik nizam dizildiği, bu zemini deniz taşlarıyla kaplanmış sokakta yürürken gerçekten de kendinizi tarihin içinden yürüyor gibi hissediyorsunuz.
Fransız şövalyelerin Rodos'ta kaldığı bina. Şu anda Fransız Fahri Konsolosluğu binası olarak kullanılmakta
Şövalyeler Sokağındaki binalar, Rodos'a şövalyelerin hakim olduğu dönemde şövalyelerin barınması için yapılmış. Binaların çoğunun girişinde, farklı ülkelerin armaları bulunuyor. Fransız Bayrağı ve armasının bulunduğu binayı halen Fransa Fahri Elçiliği kullanmaktaymış.
Bu binanın girişi açıktı. Herkes gibi bizde binadan içeri girdik. Bina kapısındaki afişte Fransız bir kadın sanatçının binada seramik pano sergisinin olduğu ve halka açık olduğu yazmaktaydı.
Bina içinde dolaşırken duvarlarda asılı olup, sergiye çıkarılmış çiniden yapılmış tablolara da baktık. Gerçekten çok güzeldiler.
Şövalyeler Sokağı (İppoton Street) hariç başta Sokrates Sokağı olmak üzere tüm sokaklar böyle taverna, restoran ve kafelerle dolu. Fotoğrafta görüldüğü gibi güzel ve eski, avlulu Rodos Evleri; müzikli restoranlara, tavernalara çevrilmiş. Sokaklarda yürürken her taraftan sirtaki müziğinin, buzuki müzik aletinin sesleri kulağınıza hoş bir şekilde çarpıyor.
Esnafsa aynı bizim esnafımıza benziyor ve çok sevimli. Müşteri uğurlanırken dahi özel ilgi ve alaka gösteriliyor. Bu arada parantez içinde belirteyim, özellikle Türk müşteriler seviliyor. Giderseniz rahat olun. İlgi alaka tamam...
Rodos Kalesi de denilen "Büyük Üstadlar Sarayına" (Grand Masters Palace) giden yol üzerinde...
Büyük Üstadlar Sarayı (Grand Masters Palace) ya da Rodos Kalesi
Şövalyeler Sokağının sonunda adanın en önemli binalarından biri olan "Büyük Üstadlar Sarayı" (Grand Masters Palace) bulunuyor. Bazı yerlerde ismi Rodos Kalesi olarak ta geçmekte. Bu gösterişli yapının önünde büyük bir meydan var. Meydana gelince binanın fotoğraflarını çekmeye çalışan insan kalabalığını farkediyorsunuz. Daha sonra da fotoğraf çekenlerin arasına sizde katılıyorsunuz. Saray, Rodos'un şövalyeler döneminde yapılmış. O dönemlerde Rodos'un yönetim binasıymış. Şu anda müze olarak kullanılmakta. İçinde antik ve orta çağdan kalma eserler varmış ama o gün saray kapalıydı. Dolayısıyla ilk gün içine giremedik. Ertesi gün de programda Lindos Köyü olduğundan bu ziyaret üçüncü günümüze kalmıştı.
Hipokrat Meydanı
İkinci önemli yürüyüş güzergahıysa Sokrates Caddesi. Her iki yanı da dükkan,restoran kafe ve alış veriş dükkanları ile dolu olan cadde günün her saati çok kalabalık. Bu caddenin başlangıcında günün her saati yine cıvıl cıvıl olan bir meydan var. Bir sürü sokağın kesişme noktası olan bu meydanın adı Hipokrat Meydanı. Meydanın ortasında bir sebil var. Çevresi taverna, restoran, bar ve kafelerle dolu.
Restoranların tek tip fötr şapkalı hanutçuları, meydanda dolaşan turistleri ısrarla kendi restoranlarına davet ediyor. Bu sevimli hanutçuda Türk olduğumuzu anladığı için yeminle Türk olduğunu söyleyerek bizi restoranına alma derdinde. Adada yaklaşık 6000 civarı Türk var ama kendisi merhaba dışında kelime bilmediği için kimliği konusunda açık veriyor.
Meydanın köşesinde şövalyeler döneminden kalma merdivenli bir tarihi bina var. Özellikle gece saatlerinde kalabalık daha da artmakta. Bazı kişiler bu merdivenlerde oturarak çevresini seyretmekte. Bir ara, "Bakalım meydan oradan nasıl gözüküyor?" diye kızımla, ben de oradaki topluluğa katıldık.
Hipokrat Meydanından başlayan Sokrates Caddesi (Socratous Street) adanın ortasında, kuzeyinden güneyine doğru dikine inen en önemli ve en kalabalık caddesi.
Sokrates Caddesi ve cadde sonundaki Osmanlı döneminden kalma Süleyman Cami
Hipokrat Meydanından başlanıp Sokrates Caddesinde yürünürse sokağın sonuna doğru pembe renkte bir cami gözüküyor. Bakımlı ve güzel olan bu cami adanın Kanuni Sultan Süleyman döneminden kalma olup ismi Süleyman Cami. Cami müze olarak kullanılmakta. Sadece dini bayram günleri ibadete açık.
Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi
Süleyman Camisinin hemen karşısında yine bir Osmanlı zamanı binası bulunmakta. Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi ismiyle anılan bu bina ziyaretçilere açık. Hafız Ahmet Ağa tarafından 1793’de inşa edilen bina, Ahmed Fethi Paşa tarafından da dünyanın değişik ülkelerinden getirilen 1200'ü el yazması olmak üzere yaklaşık 2500 eseri barındırmakta. Selçuklu döneminden kalma eserleri dahi barındıran kütüphanede en eski kitabın 800-900 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Ziyarete kapalı bölümlerde ve özel dolaplarda saklanan el yazması kitaplar içinde en önemlisi Osmanlı hattatlarının 1401’de yazmaya başladığı ve 1454 yılında yani 53 yılda bitirdiği 614 yıllık el yazması Kuran-ı Kerim. Bu çok değerli eser de bina içinde özel bir bölümde itinayla saklanmaktaymış. Tabi biz maalesef onu göremedik.
Ağa Cami
Ağa Cami, Sokrates Caddesi üzerindeki Osmanlı eserlerinden biri. 1819 yılında Mehmet Ağa tarafından yapıldığı biliniyor. Ahşap minaresiyle ve biraz Arap üslubunu andıran şekliyle güzel ve dikkat çekici bir bina. Bu cami de diğer camiler gibi ibadete kapalı.
Sokrates Caddesindeki dükkanlardan birinin önünde... O günlerde savaşlara giden şövalyeler böyle zırh kostümler giyiyorlarmış. Alıp getiremeyeceğime göre "yanında böyle bir fotoğraf çektireyim" dedim.
Adada sadece iki akşam kaldık. Karnımız doyurmak için iki akşamda farklı yerler denedik. Şunu söyleyeyim, yemekleri kesinlikle bizimkilerle aynı. Zaten duvardaki listede de görüldüğü gibi bazılarının yazılış ve söylenişleri de aynı. Bildiğimiz meze burada da aynı meze, dolma yemeğiyse dolmadakia olmuş.. Bu arada fiyatlar Türkiye'deki eş değerler yerlerden pahalı değildi. Tabi o zamanlar 1 EUR= 3 TL'ydi. Şimdi 7 TL civarı olduğuna göre ona hesap yapmak gerekiyor.
Virgin Kapısı (Virgin Gate) (Jewish Gate)
Üçüncü önemli sokaksa Aristo Sokağı. Bu sokakta Hipokrat Meydanında Socrates Sokağıyla birleşen bir sokak ve "Virgin Kapısına" kadar gidiyor.
Bu fotoğraf çekildiğimiz yer Virgin Kapısından, Aziz Marie du Bourg Kilisesine doğru... O kemerli duvarın arkasında aşağıda fotoğrafları olan ve her akşam önünde gösteri ve konserler verilen bu kilisenin yıkıntıları var. Aynı zamanda bu muhit Yahudi Mahallesi diye de biliniyor. Aristo Sokağı (Aristoteleus Street) burada başlıyor ve sokak Hipokrat Meydanına kadar uzuyor.
Aziz Marie du Bourg Kilisesi yıkıntıları
Virgin kapısı Yahusi Mahallesinde olduğu için bazı yerlerde Jewish Kapısı olarak ta geçmekte ama asıl Virgin Kapısı ismini yakınlarında olan ve parantezler içinde de görüldüğü gibi bir çok isimlerle anılan Burgh Virjin Kilisesinden almış. (Church of the Virgin of the Burgh) (Aziz Marie du Bourg Kilisesi)(Church of Panagia tou Bourgou) (Our Lady of the Burgh). Bu kilise, görüldüğü gibi yıkıntı ve kullanılmaz halde. II Dünya savaşında bombalanan kilise sadece 3 apsisten ibaret kalmış. Aslında bombalanmadan evvel adanın en büyük ve en muhteşem kilisesi olan Burgh Virgin Kilisesi 14 yy yapımı ve gotik üslupta yapılmış. Bu kilise kalıntısı ve önündeki meydan artık Rodos Adasının etkinlik merkezi olarak kullanılmakta. Her akşam burada turistler için müzik ve dans gösterileri yapılıyor. Bu gösterileri yapanlar da adanın yerli halkı. Bu gösterileri izledikten sonra "bu tür şeyler bizde neden yapılmaz?" diye insan düşünmeden edemiyor!
Hipokrat Meydanının yakınlarında İbrahim Paşa Camisi bulunuyor. Cami Kanuni Sultan Süleyman'ın idam ettirdiği ünlü veziri Pargalı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış. İşlevinde kullanılan tek cami. Yani adadaki müslüman halk için ibadete açık olan tek cami bu.
Panetiou Sokağı
Süleyman Camisinin hemen köşesinde Sokrates Caddesi ile Şövalyeler Sokağını birleştiren sokağın adı Panetiou. Bu sokağın hemen sonunda yukarıda adı geçen "Grand Masters Palace" gözükmekte. Bu bölgede iki tane tarihi eser var.
Tarihi Saat Kulesi (Medevial Clock Tower)
Birincisi 1851 yılından kalma ve gözetleme için yapılmış "Ortaçağ Saat Kulesi" (Medieval Clock Tower Roloi).
Türk Okulu
Panetiou sokağından yürürken kenarda tarihi ve büyük bir binanın restorasyon halinde olduğunu gördük. "Süleymaniye Medresesi" isimli bu güzel bina, adanın Osmanlı hakimiyeti dönemindeki paşalarından Fethi Paşa tarafından 1856 yılında yaptırılmış. Rodos'lu Türklerin eğitim yuvası olan bu okul Türk Okulu adıyla anılıyor. Bina 1972 yılında restorasyon sebebiyle kapatılmış ve halen restorasyon 46 yıldır sürüyormuş. Bu da bana enteresan geldi. Binanın sahibi olan Türklere vermemenin yolunu galiba böyle bulmuşlar!
Yine başlangıcı Hipokrat Meydanı olan karakteristik bir akdeniz sokağı Pithagora Sokağı. Müslümanların ibadet yapması için tek açık cami olan İbrahim Paşa Camisine giden yol.
Lindos Köyü
İki gününümüzü tamamen Old Town yani kale içindeki şahir merkezine harcadıktan sonra üçüncü günün sabahı arkadaşlarımdan daha önce aldığım tavsiye üzerine araba kiraladım. Amacım gelmeden önce yaptığım listedeki uzak yerlere ulaşabilmekti. Listemin en başındaki yer Lindos Köyüydü. Daha sonra listeme baktığımda Lindos'ta dahil uğramayı düşündüğüm tüm yerlerin Rodos'un doğu sahilinde olduğunu farkettim. Açıkçası bu zaman açısından bir avantajdı. Ailece otelden hareket ettik ve doğu sahilinden adanın güneyine doğru inmeye başladık. Hedefimiz direkt Lindos'tu.
Lindos PLajı
Merkeze yaklaşık 50 km mesafede olan köy adanın en güneyinde olmamasına rağmen Lindos'a ulaşmak yaklaşık 1 saat kadar sürdü. Lindos'a gelince otobandan aşağı doğru indik ve sahile yakın bir yerlerdeki otoparka arabamızı park ettik. Oradan da yürüyerek sahile indik. İndiğimiz yer köyün Lindos'un kuzeyde kalan Lindos koyuydu.
St. Pauls Koyu
Bir de hemen güneyde biraz daha küçük bir koy var. Onun da adı St. Paul's Koyu. Biz kuzeyindeki büyük ve Lindos'u önden gören koyu tercih ettik. Koy da çok güzel bir plaj var. Tabi plaj bütün dünya milletlerinden turistle dolu. Denize büyük ihtimalle tatlı su akıntısı var çünkü su epeyce soğuk. Denizden sonra hemen yandaki restoran kafeye geçtik ve bir şeyler yedik. Otobandan Lindos ve Lindos Koyunun epeyce fotoğrafını çekmiştim. Restorandan da köyün fotoğraflarını çektim. Mimar olmam dolayısıyla fotoğraf çekerken köyün korunmasına olan imrenmemin verdiği hasetle söylendiğim için eşim ve kızımın "yeter artık kendini yıpratma" ikazı ile bu söylenmeyi kestim. Hakikaten köyü çok güzel korumuşlar. Tek bir yapı bile sırıtmıyor. Tabi bu da onlara yol su ve elektrik şeklinde değil ama turist ve döviz olarak dönmekte.
Muhteşem Lindos Köyünden sonra yukarı çıkarken "listedeki yerlere uğraya uğraya merkeze dönelim" dedik. Rodos'ta garsonlardan aldığımız tavsiyelerden biri olan "7 Kaynaklı Su" (7 Springs) adlı yeri görmek istedik. Epeyce bir yol kat ettikten sonra geldiğimiz yer hayal kırıklığı oldu. Belki de bunda kat ettiğimiz yolun uzunluğu da vardı. Burası da adanın ortasına doğru ormanlık bir yerdi. Etrafta tavuskuşları ile kaz ve ördekler geziyordu. İçerilere doğru suların aktığı bir yer varmış ama biz göreceğimiz yerlerin çokluğundan dolayı vakit kaybetmek istemedik. Belki biraz daha ileri gitseydik, burayı beğenirdik ama bunu vakitsizlık sebebiyle istemedik. Arabamıza atlayıp sahildeki plajlara dikkat ederek tekrar Rodos'un merkezine doğru yola çıktık.
Antony Quinn Koy ve plajı
Lindos ile Rodos Merkezi arasında adanın doğu tarafındaki ünlü koy ve plajlarını en yukarıdan aşağı şöyle sıralayabiliriz.
a) Faliraki Plajı: Kumsalı çok uzun ve adanın doğusunda olup merkeze en yakın plajlardan biri. Geceleri ve dolayısıyla eğlence hayatı da üst seviyedeymiş. Her yer otel, bar ve restoranlarla dolu.
b) Kalithea Plajı: Doğal ve kayalık olan bir plaj.
c) Oasis Plajı: Doğal ve kayalıklar içinde bir plaj. Özellikle yine kaya içinde mağara şeklindeki barı çok çekici.
d) Antony Quinn Koy ve plajı: Ünlü yıldız baş rlünde oynadığı "Navaron'un Topları" filmini burada oynadığı için koya bu isim verilmiş. Hakikaten çok güzel bir koy.
e) Ladiko Koy ve Plajı: Antony Quinn Koyunun hemen yanındaki koy. O da aynı Antony Quinn Koyu gibi doğal bir koy.
f) Lindos Koy ve Plajı
g) St. Paul's Koy ve Plajı
Son günün sabahı arabayla erkenden yola çıktık. Arabayı teslim etmek için saat 12:00'ye kadar zamanımız vardı. Adanın birazda batı kanadını görmek istiyordum. Ayrıca yine batı sahilinden gidilebilen "Lalyssos Antik kenti ile Filerimos Manastırı ve Parkı" ören yeri de gidilecekler listemizdeydi.
Elli Beach (Elli Plajı)
Adanın batı sahilinden giderken kale ve sahil arasındaki seyri zevkli yolda ilerlemeye başladık. Rodos hakikaten müthiş bir şey... Sol tarafınızda yüksek duvarlı muhteşem surlar kalırken, sağ tarafınızda da alabildiğine uzanan kumlu plaj ve masmavi Akdeniz yer alıyor. Binlerce insanın denize girip çıktığu ve sahilinde güneşlendiği bu plajın adı da "Elli Beach" (Elli Plajı). Şehrin hemen merkezinde olması büyük bir avantaj. Surlardan çıkar çıkmaz bu plajla karşılaşıyorsunuz. Tabi süper bir haz.
Filerimos Manastırı
Epeyce bir gittikte sonra sonunda tabelayı görüp eski manastırın yoluna doğru saptık. Bazı sokaklar arasında gittikten sonra yavaş yavaş bir tepeye doğru çıkmaya başladık. Sonunda "Lalyssos Antik kenti ile Filerimos Manastırı ve Parkına" geldik. Burası çok güzel korunmuş bir antik kent ve ören yeri. Antik kentin tarihi çok eski ama manastır kalıntılarının 14 yy'a ait olduğu biliniyor.
Filerimos Manastırı duvarlarındaki mozaik freskler
Binanın duvarları muhteşem mozaik fresklerle dolu. Bu freskleri gördüğüm için buraya geldiğime sevindim. Manastır binasının arkasında da büyük bir boşluk park olarak kullanılıyor. Artık hangi dinsel ritüeli kastediyorsa (çünkü bana öyle geldi) başındaki tabelada "Cefa Yolu" (The Road to Calvary) yazan, park içinde ince ve uzun bir yol var. Tepe, çevreye hakim bir noktada olduğu için manzarası da güzel olan bir yer.
Filerimos manastırı dönüşü arabayı otelde teslim ettim. Burada da araba kiralama fiyatları aynı Türkiye'deki gibi 40 EUR ile 55 EUR arası değişiyor. Akşam üstü Fethiye'ye geri döneceğimiz içini görmediğimiz binalar için bir türlü doyamadığımız Rodos Merkezine tekrar döndük. Son günkü programımızda ilk günümüzde kapalı olduğu için giremediğimiz Büyük Üstadlar Sarayı ile Arkeoloji Müzesi vardı. Hem dışı hem de içiyle her ikisi de adanın en önemli binalarıydı.
Arkeoloji Müzesi bahçesinde Osmanlı döneminden kalma hoş bir çeşme. Mermerin en üstünde Osmanlıca yazılar var.
Son günümüzdeki tarihi manastır ziyareti dönüşü, Rodos Kalesinden sonra nihayet, merak ettiğim Rodos Arkeoloji Müzesi bahçesine girdik. Müze, birbirine paralel olarak Old Town içinde dikine uzanan Sokrates Caddesi ile Şövalyeler Sokağı arasında bir yerde bulunuyor. Girişi Şövalyeler Sokağından. Rodos'a yakışır bir müze. Benim gibi arkeolojiye ve müzeye meraklı biriyseniz muhakkak görmeniz gereken bir yer. Müze binası 15 yy'dan kalma. O çağda bu bina şövalyelerin hastanesiymiş.
Müzenin bahçesinde bir Osmanlı mezar taşı. Kimbilir hangi görevdeki kime ait? Açıkçası atalarının yaban ellerde mezar taşı insanı duygulandırıyor. Sanki oralarda mahsur kalmış gibi... Sonra adada 6000 yaşayan Türk var diye düşününce biraz rahatladım. Böyle bir kaç taş gördüm bahçe içinde duvarlara dayalı vaziyette. Yani çok ta güzel bir şekilde sergilenmiyor. Türkiye'de olsa daha mı iyi sergilenecek diye düşününce yine rahatladım. Dedim ya dışarıda Türk mezarı ya da böyle mezar taşına rastlamak biraz insana hüzün veriyor.
Müzenin kapalı ve açık yerlerinde antik çağdan, şövalyeler döneminden ve Osmanlı döneminden heykeller, freskler ve mozaik panolar halinde bir sürü eski eseri görebilirsiniz. Yani içinde gezmek asla vakit kaybı olarak görülecek bir yer değil. Bu yüzden de içinde en çok zaman geçirdiğimiz yer, Rodos Kalesi ile bu Arkeoloji Müzesi oldu.
Diomede De Villaragut Konağı içi
Müze bahçesi içinde, üstündeki tabelada "Diomede De Villaragut Konağı" (Villaragut Mansiyon) yazan ayrı bir bina ilgimi çekti. İçi de yaşanılan çağa göre dekore edilmiş olan bu bina şövalyelere ait bir konakmış. İç dekorasyonunu eski Türk evine benzettim.
Eşim ve kızımın arasındaki antik kaide altta bahsettiğim meşhur kaide. Yandaki oda da ceberrut kadın memur gözüküyor.
Bu müzeyle ilgili enteresan bir anım da var. Müzenin üstteki fotoğrafta gözüken alanında dolaşıyorduk. Bir ara fotoğraf çekmek için fotoğraf çantamı omuzumdan çıkartıp memleketimde çoğu yerde rastladığımız sütunu olmayan bir mermer kaidenin üzerine koymak üzereydim ki müze görevlisi bir kadının "lütfen geri çekilin diye bağırarak şiddetle bana doğru koştuğunu gördüm. Birazcık ta sinirli bir şekilde eliyle çekil işareti yapıyordu. Tabi hemen çantamı geri çektim. Yani taş bile olsa her şeye o kadar korumacı bir şekilde yaklaşıyorlar ki insan önce kızıyor ama sonra buna hayran kalıyor.
Birinci gün giremediğimiz Grand Masters Palace yani Rodos Kalesine son gün geldik. Bu binanın içini de görebilmek için sabırsızlanıyordum. Müze giriş biletlerimizi alıp içeriye doğru girdik.
Büyük Üstadlar Sarayı (Grand Master Palace)
Hakikaten müthiş bir kale. Unesco'nun kaleyi dünya mirası listesinde neden aldığını ve örnek orta çağ kalesi seçtiğini kalenin içinde daha iyi anlıyorsunuz. İçinde hem antik çağdan hem de şövalyeler döneminden bir sürü heykel ve tarihi eserler var. Yani bina kadar içindekiler de müthiş. Bina içinde fotoğraf çekimi yasak olduğu için içerde maalesef hiç bir fotoğraf çekemedim.
Her güzel şeyin sonu geldiği gibi üç günlük, kısa ama güzel Rodos tatilimiz bitmişti. Güler yüzünü bize hep gösteren resepsiyondaki sevimli ve hoş Yunan genç kadınla hatıra fotoğrafı çektirerek otele ve Rodos'a veda ettik. Ona inşallah tekrar geliriz temennisinde bulunduk. Dönüşte üçümüzde de Rodos hakkında hoş duygu ve güzel anılar vardı.